AKTUEL PSİKOLOJİ

Çalışan Annelerin İşi Zor!

Çalışan Annelerin İşi Zor!

Uzmanlara göre, ‘ne derler?’ endişesiyle temizlik, çocuk bakımı ve yemek gibi konularda yardım istemekten çekinen çalışan anneler çok yıpranıyor.

 

 
Önce o huysuz minik bakışları teskin etti. Akşam parka gidip sallanacaklardı. Söz vermişti. Dondurma en büyük zevkti ve elbette olmazsa olmazdı. İllaki kuzenini görmek istiyordu. Özlemişti. Hafta sonu için hemen plan yapıldı kahvaltı sofrasında. Bir bardak süt alelacele boğazlardan aşağıya inerken aklından geçen yapılması gerekenler listesine iki madde daha ekledi. Ajandasındaki takviminde yazılardan önce bakıcıya bıraktığı kızının gözyaşları belirdi. Daha üzerinde düşünmeye fırsat bulamadan, editörünün verdiği iş zihninde ön sıraya geçti. Küçük bir eksiği kalmıştı ama gittiğinde hemen yetiştirebilirdi. En fazla yarım saatini alırdı. Ütüyü geceden yapmıştı. Yemeği de artık dışarıdan ısmarlardı. Bugün yapması zor görünüyordu çünkü. ‘Neyse olsun’du!…
 
 
Bu iç diyalogları bozup bozup tekrar kuran pek çok ‘çalışan kadın’ mevcut çevremizde. Hemen hepsinin içinde aynı meseleler birbirini çekiştiriyor: Şöyle yetecek kadar maaşımız, evimize katkımız, işyerinde biraz huzurumuz, biraz da anlayış olsa… Daha ne ister ki insan, özellikle de bir kadın? Yıllarca eğitim hayatımızın bitmesini bekledik. Kimimiz kamuya kapak attı, kimimiz özel sektörde kendine yer buldu. Ekmeğini kim hangi taştan çıkarabildiyse artık… Çalışan kadın sıfatı, hepimizin ortak paydası oldu. Mesleklerimiz ve gün içinde meşgul olduğumuz işler farklı olsa da çalıştığımız ortamda birçok benzerliklerle karşılaştık. Bunların adına ‘çalışan kadının handikapları’ dedik. Türkiye İstatistik Kurumu 2009 verilerine göre Türkiye’de çalışan kadın oranı yüzde 26. Bu orandan anlıyoruz ki kadın emeğine talep, erkeklere kıyasla oldukça düşük. Kadınların çalışma hayatında yer alışının ya da alamayışının sebepleri herkesçe malum. Sosyolojik vakanın uzmanları çok. Kadınların evlendikten ve çocuk sahibi olduktan sonra çalışma performanslarının düşeceği endişesi yöneticileri rahatsız ediyor. Zira çalışma yaşamlarının evlilik ve doğumla birlikte kesintiye uğradığı bir gerçek. Bu kesintiyi göze almak istemeyen kadınlar, ikileme düşüp iş ve ev arasında tercih yapmak zorunda kalıyor. Bugün birçok kadın işe girerken gebelik testine tabi tutuluyor ya da doğum sonrası işten çıkartılıyor. Evlilik ve doğum, kadın işçilerin işten ayrılma nedenlerinin yüzde 70′ini, işverenin ise işten çıkarma nedenlerinin yüzde 20′sini oluşturuyor.
 
 
‘Ah bir kreş olsa da huzurla çalışsam’
Doğum öncesi ve sonrası gerekli olan izin süreleri çoğu işyerinde maalesef uygulanmıyor. İşini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalan kadın, hem kendi hem de bebeğinin sağlığını riske atarak doğumdan birkaç hafta öncesine kadar çalışıyor. İşini kaptırma korkusuyla, doğumdan kısa bir süre sonra da işe dönüyor. Bu durum kadın sağlığı açısından zararlı olmakla kalmıyor, doğan çocuğun gelişimini de tehdit ediyor. Bebek bakımına uygun olmayan mesai saatleri, emzirme ya da süt sağımına dahi müsaade etmeyen koşullar, eve dönüşte yeterince dinlenememekten kaynaklanan sıkıntılar, ev ve işyerindeki ciddi rol ayrımı gibi uzunca bir liste çıkıyor karşımıza. Çalışan anneyi en zor durumda bırakan ise işyerinde kreş olmayışı. Tüm bu olumsuz tablo içinde ‘süper kadın’ olmaya çalışan kadın bir süre sonra tükeniyor. Bekâr ve hamile olanlar için de durum pek farklı değil. Çalışan kadın bekârlığında aynı statüdeki bir erkekten daha az maaş alıyor. Mesai saatlerinin uzunluğu sebebiyle sosyal hayatı azalıyor. İşyerinde çıkan problemlerde erkeklerden daha çok etkileniyor ve daha çabuk yıpranıyor. Hamile kadınların gebelik sürecinde yaşadıkları psikolojik ve fiziksel değişime uygun olmayan bir iş tempoları varsa durum çok daha vahim. Gebeliğin başındaki sıkıntılı dönemde işe adaptasyon zorlukları, sürekli oturulması ya da gezilmesi gereken bir işse ortaya çıkan fiziksel sıkıntılar, doğum sonrasındaki ücretli-ücretsiz izin problemi, ev ve iş dengesinin sağlanmasında çıkmaza girilmesi çok sık rastlanan sorunlardan.
 
Özel sektör genellikle kamuya kıyasla çok daha ağır sorumluluklar yüklüyor çalışanlara. Kamuda çalışanların hem mesai saatleri daha kısa hem de tatil zamanları daha uzun. Kadın-erkek arasındaki maaş farkları da özel sektörde daha açık. Özelde elemandan beklentinin fazla olması, “Daha iyisi nasıl olur?” sorusunun her an gündemde olması, sürekli güncellenme gerektiren bir pozisyon, uzun mesailer gibi diğer etkenler personel arasındaki rekabeti de tetikliyor.
 
Erkeklerin yapı olarak daha fazla risk aldığı, kadınların ise tedbirli olduğu bilimsel olarak bilinen bir gerçek. Dolayısıyla kadının rekabete girmeden önce daha tedbirli olması gerekiyor. Hatta bu mevzu bazı araştırma sonuçlarına çalışan kadınların doğurganlığının azalması şeklinde yansımış. Çünkü rekabet, erkeklik hormonundan gelen bir özellikmiş. Bu da konunun trajikomik tarafı. Saydığımız sebepler dolayısıyla anne olmayı düşünen birçok kadın, memur olmaya çalışıyor. Kadının aynı pozisyondaki erkeklerden daha az maaş alması, kendini ispat etmek için erkek meslektaşlarından daha fazla efor sarf etmesi, işyerinde yükselememe (cam tavan), kreş, doğum izni, özel günlerindeki sıkıntılar gibi iş performansını etkileyecek durumlar karşısında pozitif ayrımcılığa tabi tutulmaması… Çalışan kadının depresif halinin sebeplerini bu şekilde sıralıyor psikolog Enise Akgül. Çalışan kadının kendisiyle bir problemi yoksa ve ailesi de destek oluyorsa işyerindeki problemlerin daha kolay aşılabileceğini vurguluyor. Ancak kadın özellikle üst üste problemler yaşadıysa, değersizlik, beceriksizlik hissi taşıyorsa, özellikle çocuğu ile ilgili ailesinden ya da yakın çevresinden destek alamıyorsa depresyon da kaçınılmaz oluyor. Psikolog Akgül, çalışan kadınlar için bir dizi öneri sunuyor; bunların realiteye yansıyıp yansımayacağı soru işaretlerini de zihnimizde bırakarak. Akgül, öncelikle evli ve çocuklu çalışan kadınlara her şeyi üstlenmek, başarmak ve her şeyin üstesinden gelmek gibi mükemmeliyetçi bir yapıya girmemeleri tavsiyesinde bulunuyor. Çalışan kadının, çevresi tarafından ‘süper kadın’ olarak algılandığından bahsediyor: “Süper kadın hali, dışı süslü içerisi yıkılan bir bina gibi eninde sonunda kişiyi yıpratacaktır. Kadınlarımız halen ‘Ne derler?’ endişesi ile temizlik, ütü, yemek, çocuk gibi konularda bir başkasından yardım istemekten çekiniyor. Ve maalesef hâlâ çalışan kadının bu gibi işlerde yardımcı alması garip karşılanabiliyor.” Halbuki bu konularda yardım almak kadının hem işlerinde verimini artırıyor hem de evde dinlenebilmesini sağlıyor. Aksi takdirde çalışan kadın için dinlenmek ancak hayal oluyor.
 
Part-time ya da freelance (serbest zamanlı) işler aslında pek çok bayan için uygun ancak bu pozisyonda iş bulmak oldukça zor. Akgül, bu tür çalışma şekillerinin kamuda yaygınlaştırılmasının, özellikle büyük kurumlarda kreş bulundurulmasının faydalı olacağını düşünüyor. Eğer böyle bir imkan yoksa anne, daha bebek doğmadan bakıcı bulmak zorunda. Bakıcı seçimi de ayrı bir handikap. Çocuk, bir bakıcıya değil de anneanneye ya da babaanneye teslim edildiğinde içler biraz daha rahatlıyor. Ancak anneanne veya babaanne bu konuda yardımcı olamıyorsa, bakıcının anne olması, güvenilir olması, anneyle benzer hassasiyetleri taşıması dikkat edilecek özelliklerden sadece birkaçı. Tüm çalışanlar için evinin işine yakın olması büyük kolaylık. Çünkü bu durum, eve geldikten sonra hem kadının kendisine hem de ailesine daha fazla zaman ayırmasını sağlıyor.
 
Rekabetçilik, hiyerarşik otorite, sıkı kontrol, duygusal davranmama ve analitik problem çözme gibi karakterize edilen erkeksi bir yönetim tarzı yerine işbirliği, daha gevşek bir kontrol, empati ve sezgiye dayalı problem çözme gibi bir yöneticilik kadınlara daha uygun. Çalışan anneler için esnek bir çalışma programı uygulanması ve iş yükünün belli bir süre hafifletilmesi adına farklı seçenekler de her zaman oluşturulabilir.

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol